24 Eylül 2011 Cumartesi

NEFESSİZLİK

Vücudum dipdiriyken öldüm
Uykudayken seviştim rüyalarımda
Güpegündüz aydınlıkken kapkaranlıktı gözlerim
Yürümek değildi o süründüm sokaklarda
Boğuldum nefessiz soluklarımda
Dokunmak için değil hayatta kalmak içindi ellerim
Duygusuz gönlüm efkarlı aklımın ötesindeydi
Sebepsiz, sonsuz ve anlamsız gayretkeşliğim
İfadesiz çırpınışlar dilimdeydi
Kemik ve et yığını bedenim
Kılavuzsuz yollarda gitmekten yorgun
Yaşamak için ateş böceğini görmenin yetmediği yerdeydim ben.

23 Eylül 2011 Cuma

DÜZENİN KARMAŞASI

Yazıldı kitaplara,
dalgalara manyetik
sayısız kelimeler yazıldı,
yazıldı...
Okundu sayısız insan tarafından
okundu
okundu...
Dualar döküldü
dudaklardan koskoca
laboratuarlarda çarpışan parçacıklar.
Oturdu toplum sözleşmeye, köle gitti bey geldi...
Yenildi
içildi
içildi...
içmek bitmedi alemin sarhoşluğunda
kan vardı, karmaşa vardı
kahkaların ortasında,
o kahkalar ki
zincire vurulmuş özgürlüksüzlüklerin
güneşin doğuşuyla
batışından sonrasına
bir mekanda bir zamana sıkışmışlık.
İçindekilerin birbirini görmediği,
üstüne basıp geçtiği kapkara bir kutu.
ve zaman geldi öylesine
alemden bir parça
bir ademoğlunun devrine...
o ademoğlu ki
rüyaya daldı, başı dönüyordu
evren
Elif’i gördü bir saile
yığıldı yere
kollarını açtı evren
kucağındaydı, genişledi
nun’un noktası gibi kaldı
ortasında küçüldü
küçüldü
yok oldu.
Yoktu artık ama görüyordu
düşünüyordu yalnız
değil bir şeyle beraber sevişiyordu
bilinci.
Müzmin yalnızlıktan sonsuz
sevince erdi, yaşlar
süzüldü gözünden
düştü “Hayalin Derinlikleri”ne
yaş damlası yeniden varoldu
sayfanın üzerinde.
4 kapı 40 makam aşmıştı
toprak oldu
su oldu
ateş oldu
yel oldu
adem oldu
yarabbi dedi
“lebbeyk” dedi
“Küllü şey’in yer’ciu ilâ aslihi”
Abid oldu
zahid oldu
arif oldu
dehri
Geçti şehirlerden, insanlardan
geçti tanrıyı
buldu
insanı yalnızlığı düşünürken
Ve yalnızken bütünleşti diğerleriyle
Hayvan o
insan
sevgiyi bildi
nefreti
kötü oydu
iyi
öldürdü o
yaktı o
yaptı
insan o
insanlık
tanrı onda
o tanrıda
günah o
sevap
akıl o
duygu
o insan-evren
insan eriyip giden
varlıktan hiçliğe...

11 Eylül 2011 Pazar

....5

Saklı bir gelecek için çabalamakla yalancı bir gelecek uydurmak arasında gidip geliyordu. Yalancı gelecek  göstermelik olacaktı en normatifinden, saklı geleceği  yalnızca onun bildiği gözlerden uzak bir hazine. Müstakbel göstermelik yaşamının baş kişilerini hayal etmeye çalıştı, geçtiği yerleri, mekanları. Sonra perdeleyeceği hayatını düşündü, oradaki müstakbel insanları. Nasıl olabileceğini kestiremedi, mümkün müydü böyle yaşamak oyun oynar gibi. Çıkamadı işin içinden, o an soracak, tasarılarını anlatacak birini aradı, bulamadı. Telefonunu kurcaladı, bilgisayarını yokladı, yoktu kimse. Histerik bir gülüş geçti yüzünden, sohbet odaları dedi tıslayarak alaycı. Bilgisayarın başından kalktı, kitabını açtı isteklice kaldığı yerden okudu : “...çimeni yeşil gözleri büyüktü, dünyaya sevgiyle bakıyor, onun gözlerinden yayılan sevgi, sıcaklık, güzellik dünyayı bir anda sarıveriyor, onun yanına gelen insan sevgiyle, sıcaklıkla yunup arınıyor, içinde kinden, hasetten, kıskançlıktan, cümle kötülüklerden hiçbir şey kalmıyordu...” Durdu kaldı burasında sayfanın, kapattı kitabı. O dahil olur muydu saklı geleceğine gizlice?

9 Eylül 2011 Cuma

...4

Varlığın en güzel timsalini hiç görmemişti. Ateş gibiydi sımsıcak, dokunsa elleri yanacaktı. Titredi baştan aşağı. O ana kadar yaşadıklarının hiçbirine benzetemedi. Neydi bu? O herkesin sahip olduğu şeydi, yaşam kaynağı. Nasıl onsuz yaşadığına hayret etti. Ürperiyordu, karşısında ne yapacağını bilemedi. Herkesi yaşatan şey onu öldürecekti...

5 Eylül 2011 Pazartesi

....3

Odanın koyu yeşile boyanmış tahta kapısını açtı. Kimse yoktu içeride, sadece çamaşır odasıydı. Işığı yakmak için düğmeyi bulmakta zorlandı. Yaktığında sol köşedeki eski tahta bir çalışma masasının üstüne serili kırmızı, sarı, turuncu renklerden oluşan kareli örtüyü gördü, olduğu yerde çakıldı kaldı. Sımsıcak renkleriyle bu örtü ve üstüne serildiği tahta masa çok daha yakındı ona dışarıdaki soğuk gülüşmelerden. Odanın köşesine çekildi dışarıdan gözükmesin diye, masaya uzun uzun baktı. Baktı masaya uzun uzun. Çamaşırlarını alıp dışarı gidemedi. Derin bir iç çekti, nefesi gözlerindeki yaşlarla beraber boşandı. Yaşlar yanaklarından aşağı ince bir çizgi halinde akarken onu düşündü. İnsan dediğin müşfik olmalı dedi  kendi kendine. Yine onu düşündü, kırmızı, sarı, turuncu kareli örtüye baktı, onu düşündü. Paolina’nın çamaşırları kurumuştu halbuki  neden öylesine askıda bırakmıştı . Oysa Mirjam ne kadar nazikti, kendi eylemlerinden ne kadar sorumlu. Ya o şişman kadın bağırmak zorunda mıydı ona merdivenlerden yukarı 2.kata akşamın geç vaktinde kapı gıcırdadı diye. Onu düşündü, kırmızı, sarı, turuncu, kareli örtüye baktı. O dedi çocuk daha, ancak bir çocuk bu kadar kolay sevebilirdi. Sonra ona kalacak yer bulan kadını düşündü, gecenin bir vakti kapısını çalıp evinde yattığı ama hiç tanımadığı Avusturyalı kadını düşündü, gülümsedi. Örtüden geçti gözleri, onu düşündü. O dedi beni gülümsetenlerin timsali, üzenlerin tıynetinden münezzeh olan... Dışarıdaki gülüşmelerin yerini çatal-bıçak şakırtıları almıştı. Kırmızı, sarı, turuncu kareli örtüden ayrılmanın vakti gelmişti. Odanın koyu yeşile boyanmış tahta kapısını kapatamadı, onu içeri kilitlemekten korktu. Oysa o zaten geliyordu çatal-bıçak şakırtılarının arasına...